RSS
Kısa İyidir taşındı!! Bir süredir blog olarak devam ettiğimiz çalışmalarımıza artık www.kisaiyidir.net adresinde daha geniş içerikli bir portal olarak devam ediyoruz. Orada görüşmek üzere!!

Ahnectha



AHNECTHA 
Sinopsis :
Şüphesiz ki derin sessizlikten sonra her şey bitecek.
Fakat içlerindeki fazla sesler sayesinde kalan kızlarınız olacak.
Biz onların seslerini de bastıracağız.
Ve yokluk içinde ansızın onlara kendi seslerini anımsatacağız.
Ve işte o zaman onlar da bitmiş olacak.
Tür : Steampunk Bilimkurgu  (Steampunk da ne diyorsan buraya tıkla)
Süre : 13'59''
Ülke : Türkiye
Yapım Yılı : 2010
Format : Pal - Renkli
Oran : 1.85:1
Web Site: http://ahnectha.tumblr.com


 
AHNECTHA "voiceless room"


 KÜNYE

Yazan: Can Eren
Yöneten: Can Eren
Yapımcı: Fevziye Hazal Yazan
Görüntü Yönetmeni: Bilhan Altay
Ahnectha: Reyhan Özdilek
Postacı: Alican Baykara
Kamera: Bilhan Altay
Yönetmen asistanı: Çağıl Özdemir
Sanat yönetmeni: Pelin Kaçar
Sanat grubu: Can Eren, Pelin Kaçar, Barış Beysel, Çağıl Özdemir
Set tasarımı: Can Eren, Çağıl Özdemir
Kostüm tasarımı: Can Eren, Pelin Kaçar, Barış Beysel
Ses tasarımı: Can Eren
Kurgu: Can Eren
Post prodüksiyon: Can Eren
Foto manipülasyon: Güneş Eser
Ahnectha'nın tablosu: Çağıl Özdemir
Best boy: Samet Ersöz
Mekan: Oğulcan Türe
Anneye teşekkür: Nesrin Eren


Devamını Oku

Steampunk Dosyası


Dersler bölümü için tamamen başka planlarım varken  Ahnectha filmini bloga eklemek istemle birlikte bir steampunk yazısının da derlser bölümüne girmesi şart oldu. Bu konuda da Kutlukhan Kutlu gibi oldukça geniş kapsamlı bir araştırma yapmış ve güzel bir yazı yazmış biri varken bu alandaki kısıtlı bilgimle birşeyler yapmam çok büyük bir hata olurdu. Neyse ki Kutlukhan Kutlu yazıyı blogta yayınlamam için izin verdi de ben de bu hatanın sorumluluğundan kurtuldum. Kendisine tekrar buradan teşekkür ederim. Yeri gelmişken söyleyeyim blogta işler biraz yavaş ilerliyor şimdilik çünkü bu blogta yönetmenin ya da yazarının izni olmadan hiçbir film ya da yazı yer almadı, alamaz. Lafı fazla uzatmadan buyrun yazıya. 

Heval.

Aşağıda okuyacağınız yazı Kutlukhan Kutlu tarafından yazılmış, kendisinden alınan izinle yayınlanmıştır.  
Sinema Dergisi, Şubat 2004

BİLİMKURGUNUN ÇOCUKLUK DÜŞLERİ

Bilimkurgu bugünkü aklıyla çocukluğuna döndüğünde ne olur? Sokakları ve semaları buharla kaplı, devasa yapıların ve makinelerin dört bir yanda yükseldiği, günümüz araçlarının geçmişe uyarlanmış suretlerinin etrafta gezindiği bir dünya ortaya çıkar. Yani hiçbir zaman varolmamış bir geçmiş. Steampunk adındaki bu buhar çılgınlığı, aşağı yukarı yirmi yıldır (yazının yazıldığı günden bugüne geçen zamanı da eklersek otuz yıl oldu) kendine yol yapıyordu; türün klasikleri arasında sayılan "The Leauge of Extraordinary Gentlemen" adlı çizgi romanın sinema uyarlamasıyla, beyazperde üzerinde de kolonyel emelleri olduğunu iyiden iyiye açık etti. 

Bir bilimkurgu öyküsünün, geçtiği günü değil, yazıldığı günü anlattığını söyleyen o tanıdık fikir zihninize ne kadar kaznırsa kazınsın, geleceğe dair düşleri gerçekleşenler / gerçekleşmeyenler diye ayırmadan edemiyoruz. Yerine gelmemiş vaatleri, hayal dünyamızın en azından bir bölümünün "bugün"e uzak düşmesine sebep olmuş o antika düşleri tasnif etmeden yapamıyoruz. 

Yitik gelecekler
Üçüncü binyılın şafağında kendimizi göbeğinde bulduğumuz o müthiş "gözden geçirme" hummasından, bu antik düşler de payını ziyadesiyle almıştı. Jetgiller'deki gibi robotların günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi; Asimov romanlarındaki gibi insanoğlunun evrenin (en azından kendi güneş sisteminin) uzak köşelere yayılması; Uzay Yolu'ndaki gibi tüm hastalıkları teşhis eden minik cihazlara ve 19. yüzyıl kurmacasında sıkça rastladığımız her derde deva süper-iksirlere kavuşulması; Blade Runner'dakine benzer uçan arabalarda seyahat edilmesi gibi eskinin çocukluk hayallerinin hala gerçekleşmemiş olmasından dolayı duyulan o masum hayalkırıklığı da epey sohbet ve yazı konusu olmuştu. 

Gökyüzünde metal kuş sürüleri gibi gezinen yüz binlerce uçan araçla ve basit fiziksel işleri tamamen devralmış makine-insanlarıyla, anti-yerçekimi cihazları ve zaman makineleriyle, görünmezlik iksirleriyle ve ışınlama kabinleriyle koskoca bir gelecek tasarımı, şimdi eskisinden de uzak görünüyor; "esir" denen tözle kaplı fezaya yelken açmış uzay gemileri ise "imkansız gelecekler" başlığı altındaki yerini alıp, bir tür nostalji kaynağına dönüştü. Bilimin bize neyin muhtemel olduğu, neyin sınırları zorladığı konusunda söyledikleriyle birlikte, geleceğimiz de değişti, "gelecek" fikriyle en çok haşır neşir olan bilim kurgu da. Şimdi klonlarla, yapay zekayla, simülasyonun gerçekten ayırt edilemediği bir dünyayla örülü gelecek tasarımlarımız. Günlük hayatıyla ve bilimkurgusuyla, halen bu nispeten yen paranoya ikliminin sersemliğini yaşıyoruz. 

Back to The Future serisi, sinemada steampunk türünün öncüleri arasında sayılabilir. Deli-dahi doktoruyla ve zaman makinesiyle enteresan mekanik düzenekleriyle, türde rastlayageldiğimiz birçok özelliği bünyesinde barındırıyor bu üçleme. Serinin Vahşi Batı'da geçen üçüncü bölümü ise "Western Steampunk" denen alt-türün sinemadaki ilk temsilcilerinden.

Değişimin dayanılmaz ağırlığı
Böyle bir iklimde, antika geleceklere dair hayalkırıklığımız, düşlerin kendilerinin imkansızlığa doğru sürüklenmesi kadar, bu düşleri kurma konusundaki metanetimizi de yitirmeye başlamamızla ilgili belki de. Düş kurmak hiçbir zaman bilimkurgunun tekelinde olmadı; hatta bilimkurgunun, bir bakıma düşlerimizi bilim süzgeçinden geçirip terbye ettiği, elediği, seyrelttiği rahatlıkla söylenebilir. Öte yandan, bilimin ortaya attığı kavramlar arttıkça giderek daha fazla "hammadde"ye kavuşan bu tür, bir yandan da geleneksel karanlık ve gri bölgelerini yitiriyordu. Hareket alanı hızla ayaklarının altından kaydığından, bir bakıma kendi tarihinin oluşturduğu  birikimden, pratiğinden oluyordu. Temel çıkış noktası olan bilim sürekli değişime gebe olduğu için janr da sürekli suret değiştirme mecburiyetinde kalıyor ama her yeni adımda kısa tarihinin kalabalık kavramlar ve imgeler paketini beraberinde taşımakta daha da zorlanıyordu. 

Bilimkurgu gerçekten de genç bir janr. Aşağı yıkarı yüz yıllık bir tarihi olduğu söylenebilir. Bugün kabul ettiğimiz şekliyle 1910'lu ve 20'li yıllara, günümüzün en popüler bilimkurgu ödülü olan Hugo'ya adı verilen Hugo Gernsback'in zamanına uzandığı söylenebilir. Yani adının konduğu zamana (Gernsback'in kendi tercih ettiği "bilimselkurgu" -scientifiction- terimi pek tutmamış, hızla unutulmuş terimler evrenindeki yerini almıştır). Jules Verne ve H.G. Wells'in zamanına uzanıp "bilimsel romans" çağına vardığınızda ise, janrın tarihi yüz yılı biraz geçiyor. Bu kısa sürede bilimkurgu tamamen bilimsel gerçekleri baz alan ve edebi açıdan pek de ilgi görmeyen ilk dönem "uzay operaları"ndan tutun, işin bilim tarafından ziyade edebi ve sosyolojik (ve felsefi) tarafına ağırlık veren ve janrın bilimsel eğlencenin ötesinde bir şeye dönüşmesinde başrolü oynayan Yeni Dalga Bilimkurgu'ya, oradan da Siberpunk'a gelinceye dek pek çok kez kendini güncelledi, kabuk üzerine kabuk değiştirdi. Artık elinde her zamankinden de çok kaynak, dahası her zamankinden çok yazar bulunduran bir tür. Ama alışagelmiş suretiyle, yüz yıl öncesinin insanları büyüleyen temel fikirlerini oluşturmak giderek güçleşiyor. "Fezaya yayılma" fikrinin eski pervasızca  cüretkarlığının, basit heyecan verciliğinin altından kalkamayacak kadar çok veri var elinde; "evrenin öbür ucuna gitme"ye yönelik her yeni fikir, yanında ister istemez 20. yüzyıl fiziğinin bu konuda bıraktığı tek açık kapı gibi görünen "kurt delikleri"ne tutunma zorunluluğunu getiriyor. Teknolojinin "küçük" fetişine kapıldığı bir atmosferde, eskinin devasa makineleri güçlükle soluk alıp veriyor. Bu yüzden çağdaş bilimkurgu, kendi yol haritasına sadık kalma çabası içinde sadece yüz yıllık fikirlere değil, yüz yıllık imgelere tutunmakta zorlanıyor. 

Şimdi, üçüncü binyılın hemen başında, Amerika Nasa için yeni bir vizyon oluşturmaya, fazlaca hantallaştığını ve durgunlaştığını düşündüğü bu kurumun yeniden insanların hayallerini yönlendiren bir mekanizma haline getirmeye çalışadursun, fantezi türü, masallara uzanan tarihinin verdiği ağırlıkla, yeniden hayal dünyamızın efendisi haline gelmiş durumda. İşin ilginç yanı, bu durum bilimkurgunun rahat bir nefes almasını ve bu düş ikliminin tadını çıkarıp, gönül rahatlığıyla kendi düşlerini görmesini mümkün kılması. 

Steampunk usulü makine-insan :Arliss Loveless
Bilimkurgunun düş görmeye gittiği yer
Bir janrın çocukluk düşleri görmesi gibi bir şey mümkünse, bilimkurgu aşağı yukarı yirmi yıldır, usul usul, bunu yapıyor. Kendi çocukluğunun masum hayal dünyasından yola çıkarak, kendine has masallar, destanlar yaratıyor. Bu masal aleminin adı steampunk.

Şehrin dört bir yanından göğe doğru yükselen dumanlar, devasa makineler, egzantrik ve korkutucu fikirlere sahip cerrahlar, buharla çalışan robotlar, uçan bisikletler, semalarda gezinen zeplinler ve balonlar... Gerçekleşmemiş bir gelecek tablosunun ya da hayalet bir geçmişinin parçaları. Adını buhar teknolojisinden alan steampunk, elektronik ve bilişim teknolojilerinin gerçekleşmediği; paranoyanın değil belirgin çizgilerle ayrılmış aydınlık/karanlık ve iyi/kötü kutuplaşmalarının hüküm sürdüğü bir dünyaya geri dönüyor ve sıkça alıntılanan bir tanımlamayla "gelecek bu kadar çabuk gerçekleşmiş olmasa dünyanın nasıl bir yer olacağını" resmediyor.

Buhar teknolojisinin ve mekaniğin kendi haline bırakıldığı ve sanayi devriminin yolaçtığı ivmeyle potansiyelinin tamamını gerçekleştirdiği, alternatif bir dünya bu. Henüz verimsizlik bariyerlerine toslamamış, astronomik enerji ihtiyaçlarıyla burnu sürtmemiş, maddi imkansızlık çukuruna düşmemiş bir teknoloji coğrafyasının, görkemli makinelerinden cesaret bulan ve sınır tanımayan düşlerinin eseri. Steampunk evreninde teknolojinin bütün görkemine ve yaygınlığına rağmen bugünün teknolojisine kıyasla son derece cılız olması hiç önemli değil: henüz Einstein'la ve onu takip eden kuantum kuantum fiziğiyle tanışmamış, baştan aşağı Newtonyen ve deterministik, evrenin mekanik bir düzenek gibi baştan başa çözümlenebileceği ve herşeyin kurulmuş bir saat gibi hesaplanabileceği bu dünyada, insanoğlunun yapması gereken tek şey varolan modeli işletip yeni formüllere ulaşmak ve gerekli hesaplamaları yapmak... Hayalperestlere yer yok, ama hemen her hayal, imkan dahilinde. Bu yüzden steampunk dünyası, iki başlı bir dünya. Bir taraftan katı bilimci ve rasyonalist, bir taraftan da hayallerinin önünü açan bir imkanlar dünyası. Teknolojisinin yetersizliğine bakmadan, sınırsız hayal kurabileceğimiz bir dünya. Adeta bilimkurgunun fantezi kanadı. 


Geçmişle geleceğin bir arada yaşadığı bir bilimkurgu filmi : Dark City

Neden Steampunk
Steampunk adıyla bir akımın ortaya çıkışı, neredeyse siberpunk türünün serpilmesine koşut giden bir süreçti : 80'li yıllarda Gibson'ın öncülüğünde siberpunk bilimkurguda hatırı sayılı bir trafik yaratmış, ufuktaki yeni cesur dünyayı incelerken, bazı yazarlar geçmişi araştırıyordu. Bilindiği kadarıyla ilk kez K.W. Jeter'in şaka yollu siberpunk'a nazire yaparcasına, kendisinin de dahil olduğu bu yazarları steampunklar (Türkçe'ye birebir buhar punkları, daha serbest bir çeviriyle ise de buharcılar ya da buhar delileri biçiminde çevrilebilir) olarak tanımlamasıyla, bu eğilim bir isme sahip oldu. Bilimkurgu büyük ölçüde, kapıdaki bilişim devriminin yarattığı yepyeni ve capcanlı düşlere kendini kaptırmışken, Jeter, Stephen Baxter, Tim Powers ve James Blaylock gibileri "eski moda" düşleri yeniden canlandırıyorlardı. Bu yüzden, steampunk teriminin ilk olarak geçmişi bugünün penceresinden yeniden inşa eden bir tür alternatif tarih bilimkurgusu için kullanıldığı söylenebilir. Ama mesele bu kadar basit değil; steampunk neresinden bakarsanız bakın, tanımlanması son derece zor bir tür; ve daraltıp cebinize sokabileceğiniz gibi, genişletip her janrın üstüne yayılabilecek dev bir örtü haline de getirebiliyorsunuz. Öyle ki bu epey genç alt-tür, şimdiden kendi alt-türlerine sahip. Klasik steampunk'a Viktoryen steampunk deniliyor; gelecekte geçene Gelecekçi steampunk deniyor; Escaflowne gibi başka bir dünyada geçeneyse Fantezi steampunk. Hatta Wild Wild West gibi Vahşi Batı'da geçen öyküleri Western steampunk olarak tanımlayanlar bile var.

Tim Burton'dan Sleepy Hollow

Steampunk nedir, icap ederse ne olabilir?
80'li yıllarda belirgin bir yönelime iliştirilmiş olmasına karşın, steampunk teriminin nihai tanımını yapmak, sınırlarını net çizgilerle çizmek hayli zor. Çünkü bu kelime bir janra işaret ettiği gibi, bir estetik eğilime de işaret ediyor. Kalıplaşmış karakterleri ve olay örgüleriyle bilimkurgunun içinde kendi özel kulvarına sahip bir tür olduğu kadar, her janrın içine girip çıkabilen bir doku da aynı zamanda. Dolayısıyla küçük ama hayli hararetli bir kitle olan steampunk hayranlarının "en beğenilenler" listelerinde bir polisiyeye de, bir korku öyküsüne de, bir aşk öyküsüne de rastlayabilirsiniz. 

Böylesi bir çeşitlilikte, son yirmi yıllık dönemde türlerin giderek birbirinin içine girmesi kadar, steampunk'ın kaynaklarının da etkisi var. Aslında steampunk, bilimkurgunun çocukluğuna değil, ana rahmine dönüşü olarak da tanımlanabilir, çünkü yeni sayılabilecek bu türün kökleri bildiğimiz şekliyle bilimkurgunun doğumun öncesine, gotik romana, bilimsel romansa ve sömürgecilik döneminin keşif ve serüven öykülerine uzanıyor. Dolayısıyla da buharı hala tüten bu çorbada Jules Verne ve H.G. Wells kadar Mary Shelley ve Edgar Allan Poe'nun, Sir Arthur Conan Doyle ve Robert Louis Stevenson'ın da tuzu olduğu söylenebilir. Bir kurmaca dünyanın "steampunk çeşitlemesi"ni düşünmekten bahsedildiğinde, söz konusu dünyayı alıp mekanik teknolojiyle, buhar makineleriyle baştan başa donatmaktan ve hatta mümkünse herkesi Kraliçe Victoria dönemi İngiltere'sinin kılık kıyafeti ve adab-ı muaşeretine boğmaktan söz ediliyor. Yani, belli bir dokudan. Bu zaten, Victoria döneminin kendi klasiklerini de içine alan, hayli geniş bir çevçeve. Ama çerçeveyi daha da genişletebilirsiniz: mesela, steampunk terimini elektronik öncesi teknolojiye ağırlıklı olarak yer veren, sokaklarında gaz lambalarının yandığı hemen her dünyayı tanımlamak için kullanabilirsiniz. Kimse de çok garip bir şey yapmışsınız gibi bakmaz.

Ama bir janr olarak steampunk'ı tanımlamak gerektiğinde en kolayı, işe dar tanımla başlamak. "Çekirdek" olarak adlandırabileceğimiz bu katı steampunk tarifi, 19. yüzyılda, özellikle de İngiltere'de Kraliçe Victoria döneminde geçen bir alternatif tarih bilimkurgusu öyküsü. Sanayi devriminin oluşturduğu yeni yaşam biçiminin ve teknolojik atılımların son sürat devam ettiği, baş döndürücü değişim hızının yarattığı heyecanla ve korkuyla örülü bir dünya. Nüfusun büyük bölümünün kentlere göç ettiği zamanlar. Bir taraftan insanlar makineleştirilir, işçiler Charles Dickens kitaplarında (özellikle Hard Times'da) örneği görüldüğü üzre, "kol gücü" olarak hesaplardaki yerini alırken, bir taraftan da makinelerin beceri ve görev açısından insanın yerini almaya başladığı bir devir. Rasyonalizmin romantizmle çatıştığı, Edgar Allan Poe'nun Bilim'e adlı şiirinde dile getirdiği gibi bilimin insanların hayal dünyasını ellerinden aldığı bir devir. Bu durumda, kayıp hayal dünyalarının yerine yenilerini sunmak da, bilime döşüyor.

Kaptan Nemo'dan.


Türün öncüleri
Siberpunk türünün öncüsü kabul edilen William Gibson ile hacker kültürü üzerine en popüler incelemelerden biri olan Hacker Crackdown'un yazarı Bruce Sterling'in ortak üretimi The Difference Engine, bu tanıma en uygun örneklerinden birini teşkil ediyor. 19. yüzyılda Charles Babbage'ın tasarladığı ve "pahalı ve saçma" denerek bir kenara atılan ünlü mekanik bilgisayar Analitik Makine'nin gerçekten inşa edildiği, bunun sonucunda da bilişim devriminin Victoria Dönemi'nde yaşandığı bir alternatif tarih öyküsü. Günümüz teknolojisyle ilişkilendirmeye alıştığımız araçların mekanik çeşitlemelerinin bütün görkemleriyle boy gösterdiği, kredi kartlarının ve ışıklı reklam panolarının zamanda geriye doğru işlenerek elde edilmiş varolmayan prototiplerinin karşımıza çıktığı bir 19. yüzyıl İngiltere'si. The Difference Engine bazen ilk steampunk eserlerine örnek olarak verilir, ancak 1990'da yazılan bu romanı dar tanımıyla bile steampunk akımının öncüsü olarak göstermek pek doğru değil. Victoria çağında geçen bu çekirdek steampunk türünün asıl öncüsü, K.W. Jeter'in Morlock Night'ı olarak kabul ediliyor. H.G. Wells'in Zaman Makinesi'nin devamı niteliğindeki bu romanda, Marlock'lar zaman makinesini ele geçirip Victoria devri Londra'sına dehşet saçıyor. Jeter, 1987 tarihli Infernal Devices ile yine aynı dönemi ziyaret ediyor ve bu defa bir 19. yüzyıl bilgininin oğluna miras kalan inanılmaz icatlarının (geleceği gösteren televizyon ve dünyayı ortadan ikiye ayırabilecek makine gibi) çevresinde yeni bir Victoryen öykü kuruyordu. Edebiyat uzunca bir süre steampunk'a evsahipliği etti; Jeter'e, 1983 tarihli ve türün belki de ilk klasiği sayılabilecek olan Anubis Kapıları'nın yazarı Tim Powers'a ve 1986 tarihli, dönemin Victoria'sına sihirsel bir yan katan Homunculus'un yazarı James Blaylock'a, 90'larda Stephan Baxter da eklendi. Hatta Baxter 1995'te, Jeter'in on altı yıl önce yaptığı bir şeyi tekrarlayarak, "Zaman Makinesi"nin devamı niteliğinde -ve Jeter'inkinden çok daha büyük bir ilgi ve coşkuyla karşılanan- bir roman bile yazdı : Time Ships. Aynı yıl, Paul DiFlippo imzalı üçleme The Steampunk Trilogy ile tür kendini başlığa taşıyarak adın hafızalara kazıdı.  

İlk görsel temsiller
Edebiyat peronundan kalkan bu buharlı trene ilk atlayanlar (adet olduğu üzre), çizgi romanlar ve çizgi filmler oldu. 1985'te yayınlanan Nemesis The Warlock adlı çizgi romandaki "Britannia" adlı dünyada, steampunk görselliğinin yapıtaşlarının yerine konduğu söylenebilir. 19. yüzyıl araçlarının her çeşidinin havada gezen çeşitlemeleriyle, akla hayale gelmeyecek mekanik icatlarla dolup taşan Nemesis The Warlock'un bir yıl ardından, adı sık sık steampunk ile bağdaştırılan Laputa: Castle in The Sky adlı anime geldi. Özellikle anime Escaflowne, Nausicaa of the Valley of the Wind ve Robot Carnival gibi örneklerle, türe epey katkı sağladı. Manga'ların ve anime'lerin küçük bedenli, küçük dudaklı ve iri gözlü kızları, devasa makinelerle ve robotlarla sık sık birarada görülüyordu. Japon çizgi romanları ve çizgi filmleri steampunk estetiğini benimseyip türlü janrlarda kullanarak "fantezi steampunk" ve "gelecekte geçen steampunk" gibi çeşitlemelerin de ortaya çıkmasını sağladı. Steampunk'ın çizgi romana ve sinemaya taşınması, salt görsel doku olarak kullanılmasının da önünü açmıştı. Örneğin gelecekte geçen ve aslında tipik bir siberpunk öyküsü olan Battle Angel Alita, janr özellikleri bakımından steampunk'la pek ilişkisi olmasa da, sırf görsel eferans nedeniyle bu türü anlatmak için kullanılabilecek bir anime. Çizgi filmin dışında sinemanın bu türe kısa sürede kucak açtığını söylemek zor. Elbette Terry Gilliam hariç. Gilliam'ın Brazil'i, kağıt üzerinde steampunk'ın doğuşuyla aşağı yukarı aynı döneme denk gelmişti. George Orwell'in meşhur distopyası 1984'ün çağdaş bir uyarlaması gibi görülen 1985 tarihli bu klasikte, döneminin gidişatının aksine teknolojinin araçlarını küçültmeyip devasa ebatlara ulaştırarak, tam bir "teknolojiye boğulmuş gelecek" kabusu resmediliyordu. Evlerin her tarafından geçen devasa altyapı boruları ve sürekli ayak altında dolaşan ama nadiren dürüts çalışan tuhaf aygıtlar, "retro-fütüristik" denen ve kendine görsel çıkış noktası olarak geçmişin icatlarını alan estetik eğilimin sinemadaki en önemli modern öncülerindendi.

The City of The Lost Children
Retro-fütürizm'in Gilliam'dan sonraki kalesi, Jean-Pierre Jeunet ve Marc Caro oldu. Şarküteri ile adını duyuran ikili, The City of The Lost Children'da modern ile eskiyi harmanlayan teknoloji atmosferi ve karanlık görsel dokusuyla, türün sinema perdesinde çarpıcı estetik sonuçlara gebe olduğunu bir kez daha gösteriyordu.

Sinemada steampunk, uzunca bir süre bu aşamada takıldı kaldı ve sadece bir görsel doku olarak kullanıldı. Roger Corman'ın geçmişe, Mary Shelley, Percy Bhysse Shelley ve Lord Byron'ın dönemine giden bir bilimadamının öyküsünü anlatan Frankenstein Unbound'u dışında bu yeni janr, daha çok Victoria dönemi öykülerinin yeni uyarlamalarıyla ayakta duruyordu. (Kenneth Branagh'ın Frankenstein uyarlaması bir ölçüde Coppola'nın Dracula uyarlaması gibi)

Klasik steampunk'ın sinemada boy göstermesinin hemen eşiğinde, seyircinin gözünün bu türün görsel ve tematik referanslarına doyduğu söylenebilir. Örneğin gotik ve birçok dönemi harmanlayan görsel dokusuyla Alex Polyas'ın Dark City'si, hareket eden devasa binaları, elinde kocaman şırıngalarla insanların anılarını değiştiren tam da 19. yüzyıl işi deli doktoru ve yine Victoria çağından fırlamışa benzeyen zihingücü savaşlarıyla, türe tam anlamıyla teğet geçiyordu. Gotiğe (özellikle İngiliz Hammer stüdyosunun filmlerine) ilgisine birçok filminde tanık olabileceğiniz Tim Burton ise 1999 tarihli Sleepy Hollow'uyla türün kaynağı sayılabilecek olan dönemi ele aldı. Sihirle bilimin çatıştığı 19. yüzyıl eşiğinde tamamen rasyonalist bir kahraman, kendini tamamen doğaüstü bir vakanın ortasında buluyordu. Ichabod Crane'in yanında gezdirdiği alet çantasının içinde bardındırdığı, çeşitli kimyasal malzemeleri ve garip gereçler, görsellikte yeni bir modanın -teknoloji fetişinin- habercisi gibi görünmeleri bir yana, filmin kahramanının "aklın ve mantığın üstünlüğü"ne dair inancının görsel bir uzantısıydı adeta. Ancak filmin ortalarına doğru işin "mantıklı bir açıklaması" falan olmadığı, cinayetlerden sorumlu kişinin düpedüz başsız bir süvari olduğu ortaya çıkıyor ve en azından Tim Burton'ın filminde, sihirsellik mantıksallığa karşı muzaffer oluyordu.

Ve Steampunk beyazperdede
Tim Burton'ın filmiyle aynı yılda sinema perdeleri belki de ilk katıksız steampunk örneği olarak gösterilebilecek olan Wild Wild West gösterime girdi.  Ünlü bir Amerikan TV dizisinin uyarlaması olan filmde, genellikle Victoria dönemi İngiltere'sini mekan tutan janr, aynı dönemin Amerika'sına taşınıyordu. Will Smith ve Kevin Kline'ın iki kahramanını oynadığı, Kenneth Branagh'ın ise bedeninin alt bölümünün yerinde buharla çalışan bir tekerlekli iskemle bulunan kötü adam tipinde karşımıza çıktığı film, sinema izleyicisine steampunk'ı bütün kalıplarıyla sunuyordu. Maceraperest kahramanlar, çılgın bilimadamları, zengin ve hırslı kötü adam; buharla ve mekank prensiplerle çalışan, imkansız, devasa makineler; manyetizma ve hipnotizmaya aynı büyüleyiciliğin atfedildiği bir bilimsel hayaller iklimi... Bu bilimkurgu/ dönem komedisi çok büyük ilgi görmese de, türün sinemada önünün iyice açılması (ve steampunk'ı bilenlerin bilmeyenlere anlatması) konusunda önemli bir görev üstlendi.

China Mieville'nin yazdığı Perdido Street Staton raflarda türün son popüler romanları arasında yer edinirken, son iki yılda iki önemli steampunk filmi gösterimi girdi. Bunların ilki, adını Jeunet ve Caro ile birlikte görmeye alıştığımız Pitof'un Vidocq'uydu. Viktoryen mekanı aşağı yukarı aynı dönemin Paris'ine taşıyan film, öyküsü, temaları ve görselliği ile katıksız bir steampunk örneği olarak gösterilebilir. Sihir, metafizik ve bilimin arasındaki sınırların bulandığı, teknolojiye yönelik hayranlık ve korku hislerinin birbirine geçip çığ gibi büyüdüğü bir zamanda geçen bu polisiye dönem filmi, çok büyük ilgiyle karşılanmadıysa da, hafif gerçekdışı kokan atmosferi ve saf steampunk denebilecek estetiğiyle zihinlere yer etti.

İkinci film ise, türün bütün platformlardaki en büyük klasiklerinden biri sayılan The League of Extraordinary Gentlemen'ın sinema uyarlamasıydı. Yazar Alan Moore ve çizer Kevin O'Neill'ın eseri bu çizgi roman, 19. yüzyıl İngiltere'sinin birçok kurmaca kahramanını, İmparatorluk'un çıkarı için biraraya getiriyordu.  Jules Verne'in Kaptan Nemo'su, Bram Stoker'ın Dracula'sından Mina Murray, Robert Louis Stevenson'ın Dr. Jekyll (ve elbette Bay Hyde'ı), H.G. Wells'in görünmez adamı. Ve Alan Quartermain... Moore'un diyalogları ve O'neill'in resimleri buram buram Victoria dönemi İngilteresi kokuyordu ama bu İngiltere'de garip birşeyler vardı. Sanki dönemin yazarlarının bütün düşleri ve kabusları aynı anda, bilim başlığı altında gerçekleşmiş, kolonyel emellere ve dünyayı ele geçirme amacındaki "başka kutuplara" katık ediliyordu. Hem büyülü, hem bilimsel, hem rasyonalist hem de batıl inançlı, hem düş görmeye hem de kendini dizginlemeye çalışan bu devir, steampunk için kusursuz bir arena olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu bu çizgi romanla. Belleri sıkan daracık korselerle denizleri yaratan devasa denizaltıların, görünmez insanlarla görüntüsü sürekli değişen, bir medeni bir vahşi insanların birlikteliği, dönemin toplumsal yaşamı ve toplum psikolojisi üzerine ideal bir metafor havuzu sunmakla kalmıyor, son derece renkli ve çeşitli bir görsellik de ortaya çıkarıyordu.

Stephen Norrington'ın çizgi romandan yaptığı ve Türkiye'de Muhteşem Kahramanlar adıyla gösterilen uyarlama, topluluğa Oscar Wilde'ın Dorian Gray'ini katıyordu. Tüm steampunk hayranlarının merakla beklediği film de tıpkı Vidocq gibi görsel açıdan enteresan bulunmakla birlikte, tür açısından bir patlama yaratabilmiş gibi görünmüyor. Ve steampunk hala Yüzüklerin Efendisi'nin fantezi türü için yaptığını kendisi için yapacak olan o klasiği bekliyor. Bu arada da Steam Detectives gibi çizgi filmlerler, janrın adını bir kez daha başlığa taşıyan (ve belki biraz da bu yüzden türün hayranları arasında ufak bir kızgınlık rüzgarı estiren) Steampunk gibi çizgi romanlarla, kendine bilimkurgunun altında sarsılmaz bir konum ediniyor; yani bir bakıma kurumsallaşıyor. Belki çoğunun hiç duymadığı ya da yeni duyduğu steampunk terimi, önümüzdeki onyıl içinde dillere pelesenk olursa şaşırmayın.
Devamını Oku

16. Türkiye Almanya Film Festivali


Son Başvuru Tarihi : 01 Kasım 2010
İnternet Sayfası için tıkla
Başvuru Formu için tıkla







Kısa Film Yarışması ödülleri Yarışma seçici kurulu aşağıda sunulan ödülleri verecektir:
• En iyi kısa film Para ödülü: 1.000 EUR
Festival filmlerinden birine ayrıca Mahmut Tali Öngören anısına
• Öngören – İnsan Hakları ve Demokrasi ödülü Para ödülü: 1.000 EUR


Katılım koşulları Yarışma, aşağıda sunulan koşullara uygun kısa filmlere açıktır:
• Göçmenlik konusunu veya çok kültürlülüğü konu alan Almanya veya İsviçre veya Avusturya yapımı filmler
• Türkiye yapımı her kısa film
• Türkiye dışında yaşayan ve Türkiye kökenli yönetmenlerin filmleri
• Almanya dışında yaşayan ve Almanya kökenli yönetmenlerin filmleri
• Konu olarak Türkiye veya Almanya ile teması olan uluslararası filmler
• Türkiye kökenli kısa film sinemacıların (yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni veya başrol oyuncusu olarak) katılımlarıyla gerçekleştirilmiş Almanya’dan ya da İsviçre’den ya da Avusturya’dan her film


* Yarışmaya gönderilen filmlerin ilk gösterim tarihi 1 Ocak 2010 tarihinden sonra olması gerekmektedir. 
* Kısa filmler 15 dakikayı geçmeyecek uzunlukta olmalıdır. 
* Festival yönetimi istisnai durumlarda yukarıda belirtilen süreleri aşan filmleri yarışmaya sokma hakkını saklı tutar. 
* Film formatı ve altyazı 35mm, Beta SP (PAL) ya da mini DVD/DVD formatları yarışmaya kabul edilir. 
* İngilizce altyazı koşulu aranmaktadır. 
* Katılım ve kopyalar başvurusu yapılan her film için bir altyazılı DVD ya da VHS (PAL) ve eksiksiz doldurulmuş katılım formu istenmektedir. 
* Kopyalar InterForum'un arşivinde kalacaktır. 
* Yarışma gösterimi için gönderilen kopyaların kargo masrafını başvuru sahipleri, geri gönderim masrafını ise festival karşılar. 
* Katılım formu ile beraber DVD ya da VHS (PAL) kopyaları aşağıdaki festival adresine yollayınız: 

Nürnberg Königstr. 93
D-90402 Nürnberg 
Fon +49.911.929 6560
Fax +49.911.929 6561

* Festivalin ön seçici kurulu yarışmaya alınan filmleri en geç 20 Ocak 2011 tarihinde açıklayacaktır
Devamını Oku

Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması



YENİ TİYATRO OYUNLARI İÇİN YARIŞMA BAŞLIYOR!

Son Katılım Tarihi : 15 Ekim 2010 Cuma
İnternet Sayfası için tıkla 
Başvuru Formu için tıkla

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Eğitim Yönetmenliği’nin ana projelerinden ‘2010 Okullarda’ hız kesmeden çalışmalarına devam ediyor.

‘Okul Tiyatrosu’ kavramına uygun Türkçe oyun yetersizliğine dikkatleri çeken ‘2010 Okullarda’ projesi kapsamında ‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’ başladı. Son başvuru tarihi: 15 Ekim Cuma

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Eğitim Yönetmenliği’nin ana projelerinden 2010 Okullarda, mevcut eğitim sisteminde geri planda kalmış olan kültür sanat derslerinin güçlendirilerek, ilköğretim çağındaki 3 milyon öğrencinin bilinçli sanat üreticileri ve tüketicileri olarak yetişmesi için çalışmaya devam ediyor.

Kültür sanat alanında projeler geliştirmek isteyen öğretmenlerin önlerindeki engelleri kaldırmayı öncelikli hedeflerinden biri olarak belirleyen Eğitim Yönetmenliği, 2010 Okullarda projesi kapsamında, ilköğretim okulları ve liselerde Türkçe tiyatro oyunu yetersizliğine dikkatleri çekerek ‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’nı başladı.

“Çocukların yakın çevreleri, aileleri, arkadaşlarıyla kurdukları ve hem gerçek hem de hayal dünyasını yansıtan ilişkileri” konulu yarışmaya katılacak oyunlar, Zehra İpşiroğlu, Selahattin Dilidüzgün, Nihal Kuyumcu, Fikret Terzi, Özer Tunca, Asena Akan, Tolga Kılık ve Ümit Özdemir tarafından değerlendirilecek. 
Yarışmanın birincisine 5.000 TL, ikincisine 3.000 TL, üçüncüsüne 2.000 TL ve mansiyon ödülü alacak 10 yazara ise 500 TL para ödülünün verileceği ‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’ sonuçları 15 Kasım 2010 tarihinde açıklanacak.



Hedef: İlköğretim ve ortaöğretimde oynanacak nitelikte ve estetikte yeni Türkçe Oyun metinleri oluşturmak.
Bugün, lise ve ortaöğretim kurumlarında, dekor-kostüm,  ışık, müzik ve sahne tasarımları gibi  kıstaslar göz önüne alındığında, öğrencilerin okul şartlarında oynayabilecekleri oyunların bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olduğu bilinmektedir.

‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’ ile birlikte, dereceye girecek 13 oyun ve yayınlanmaya değer görülen oyunlar ile birlikte bu rakamın yükseltilmesi hedefleniyor. Bu oyunlarla birlikte, yabancı dillerden de Türkçeye çevrilecek 10 oyun birlikte kitaplaştırılıp, İstanbul’daki 3.000 okula dağıtılacak.

Aralarında Haldun Dormen, Deniz Türkali gibi isimlerin de bulunduğu Türk tiyatrosunun duayenlerinden projeye büyük destek geldi.

Sanat, kültür ve genel bilgi alanlarına karşı büyük ilgi eksikliğimiz olduğu konularına dikkati çeken Haldun Dormen, “Sanat olmadan inanın nasıl yaşayabileceğini düşünemiyorum, sanatın zengin dünyasından yoksun kalmak büyük acı ve eksikliktir” diyor. Haldun Dormen yarışma için “Bir mum yakmak bütün dünyayı aydınlatmaktır. Siz bir mum yakıyorsunuz ve başkalarının da birer mum yakmasına ön ayak olacaksınız. Toplum olarak bu mumların yakılmasına çok ihtiyacımız var. Bu sebeple çok önemli bir adım atıyorsunuz” diye konuştu.

KATILIM KOŞULLARI

A- AMAÇ
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Eğitim Yönetmenliği bu yarışmayı, gençlerin ve 
çocukların oynayabileceği nitelikte, özellikle öğretmenlerin amatör tiyatro oyun metinleri bulma 
konusunda yaşadıkları sıkıntıları aşmak ve tiyatro edebiyatımıza yeni oyunlar kazandırmak, bunları 
yayınlayarak ve okullara dağıtarak, çocukların oynayacağı oyun bulma konusunda yaşanan güçlükleri 
ortadan kaldırmak amacıyla yapmaktadır.



B- KATILIM KOSULLARI
1. Yarışmaya T.C. vatandaşı olan herkes katılabilir.
2. Konu sınırlaması yoktur. Oyunlar, özgün yeni çalışmalar olmalıdır.
3. Oyunlar ilköğretim birinci, ikinci kademe ve lise öğrencilerinin oynayacağı düzeyde olmalıdır.
4. Oyunlar, son başvuru tarihine kadar, hiçbir yerde yayınlanmamış, ödenekli veya profesyonel 
tiyatrolarda oynanmamış, yarışmalarda ödül almamış olmalıdır.

1. Yazılan oyunlar yukarıda belirtilen yaş grubu çocuklarının Milli Eğitim okullarında 
oynayabileceği şartlar göz önüne alınarak yazılmalıdır. Örneğin dekor-kostüm, ışık, müzik ve sahne 
tasarımları, ‘okul tiyatrosu’ kavramı göz önüne alınarak yapılmalıdır.

2. Dereceye giren oyunlar ve dereceye giremeyenlerden basılmaya değer görülen oyunların bir 
kısmı kitap olarak yayınlanacak, ilköğretim okulları ve liselere dağıtılacaktır.

3. SEÇİCİ KURUL' un değerlendirmesi sonucu dereceye girmiş on üç (13) oyun ve yayınlanmaya 
değer görülen diğer eserlerin içerisinde yer aldığı bir kitap yayınlanacaktır. Ayrıca eserler ilköğretim 
ve lise öğretmenlerinin ulaşabileceği şekilde İstanbul 2010 AKB’nin kuracağı öğretmen portalı 
üzerinden de yayınlanacaktır. Yayınlanan bu eserlere verilen ödüller dışında telif ücreti 
ödenmeyecektir.

4. Oyunlar, 15 Ekim 2010 tarihi akşamına kadar, mutlaka dijital ortamda, disket/CD ile İstanbul 
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na bizzat teslim edilmeli/posta ile gönderilmeli. 2010 AKB 
Adresi: İstiklal Caddesi Atlas Pasajı No: 131 Beyoğlu 34435 İstanbul

5. Yarışmaya katılanlar, eserleriyle birlikte üzerinde yarışmacının RUMUZU yazılı kapalı bir 
kimlik zarfı teslim etmelidir. Kimlik zarfı içinde yarışmacının imzalı başvuru formu, özgeçmişi, kimlik 
bilgileri, açık adresi, telefon numarası ve iki adet vesikalık fotoğrafı bulunacaktır.

6. Kimlik zarfı teslim eden her yarışmacı, bu şartnameyi okumuş ve koşullarını kabul etmiş 
sayılır.

7. Eserler bilgisayar ortamında 12 punto bir buçuk aralıkla, daktilo ile çift aralıkla yazılarak yedi 
(7) nüsha halinde gönderilmeli / teslim edilmelidir.

8. Her nüshanın birinci sayfasında, eser sahibinin RUMUZU yer almalıdır. Yazarın kimlik 
bilgileriyle ilgili herhangi bilgi kesinlikle olmamalıdır.

9. Her nüshanın ilk sayfasına eserin adı açık biçimde yazılmalıdır.
10. Her nüshanın birinci sayfasında oyunun türü ve kaç bölüm olduğu belirtilmelidir.
11. Her nüshanın ilk sayfasında oyunun hedef kitlesi (İlköğretim ya da lise düzeyi) belirtilmelidir.
12. Yarışmaya katılan eserler özel bir jüri tarafından konu, dil, süre, dramatik oyun yazma 
tekniği, Türkçenin doğru ve güzel kullanılmasına seyirci-çocukları özendirme ve amaca uygunluk 
açısından değerlendirilecektir.

13. Dereceye giren oyunların basılması öncesinde teknik konularda aksayan yönler söz konusu 
olursa yazarlardan düzeltme istenebilir.

14. Oyunlarda kesinlikle çocuğun dünyasından ve gerçeğinden yola çıkarak; yakın çevresi, ailesi, 
arkadaşlarıyla ilişkileri ve iç dünyası ile ilgili konular işlenmelidir.

15. Dereceye girmeyen oyunlar iade edilmez.

C- SONUÇLAR
Seçici Kurul'un değerlendirme sonuçları, 15 Kasım 2010’da açıklanacaktır. Sonuçlar aynı tarihte 
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın resmi internet sitesinde www.istanbul2010.org ilan 
edilecektir; kazananlara ayrıca e-mail ve telefonla bilgi verilecektir.



D- ÖDÜLLER
Seçici Kurul'un derecelendirmesine göre birinciye 5000 TL, ikinciye 3000 TL, üçüncüye 2000 TL, on 
kişiye 500’er TL mansiyon ödülü verilecektir. İlk üçe girmeye değer eser bulunamazsa bu ödüller ek 
mansiyon olarak verilecektir.



E- SEÇİCİ KURUL
Zehra İpşiroğlu
Selahattin Dilidüzgün
Nihal Kuyumcu
Fikret Terzi
Özer Tunca
Asena Akan
Tolga Kılık
Ümit Özdemir

Yarışma Koordinatörü
Fatma Yalçın
İstiklal Caddesi Atlas Pasajı No: 131 Beyoğlu 34435 İstanbul
0212 3770200
Devamını Oku

Akbank Kısa Film Festivali'nden Seçkiler


Akbank Sanat, Ağustos ayı boyunca kısa filmcileri ağırlıyor. Geçtiğimiz yıllarda yapılan Akbank 5. ve 6. Kısa Film Festivallerinden hazırlanan bir kısa film seçkisi ay içinde tekrar kısa film severlere sunuluyor. Etkinliklerin ücretsiz olduğunu belirtelim ve daha önceki festivalleri kaçıranlara takip etmelerini de önerelim. Program aşağıda. 


Heval.




AKBANK 5. KISA FİLM FESTİVALİ'NDEN SEÇKİLER 
18-19 Ağustos


18 Ağustos

Saat: 15.00

Omega Tilki   '14

Yönetmen: Melisa Önel
Omega Tilki, filmlerde yaşanan son duygusu üzerine bir denemedir. İçinde üç farklı hikayeyi barındıran filmde hikayeler birbirini açıklamaz veya birbirleri üzerine inşa edilmezler.

Tek Notalık Adam  14'

Yönetmen: Dağhan Celayir
Tek Notalık Adam, bir senfoni orkestrasının hep en arka sırasında çalan, başkaları tarafından fark edilmeyen ve takdir görmeyen bir perküsyonist'tir. Seyiricler arasından bir kadının dikkatini çekmek için, perküsyonist'in çift ziliyle çalacağı tek bir notası vardır.

Modern  9'

Yönetmen: Çağlar Çetin
Bir zamanlar, batıda bir ormanda dört adam, yarısı toprağa gömülü bir nesne bulurlar. Bu nesneyi "modern dünyalarında"anlamlandırabilmek için denemelere girişirler.

Polis  7'

Yönetmen: Cemil Ağacıkoğlu
Büyük bir operasyon öncesinin son onyedi dakikası planlanmaktadır.

Oyuncağımı İnekler Yemesin   19' 29

Yönetmen: Engin Yıldız
Oyuncağımı İnekler Yemesin, Artvin'in Hopa ilçesindeki iki çocuğun oyuncaklarını nasıl yaptıklarını anlatan bir filmdir. Amaç hem oyuncaklara hem de çocuklara yönelik oyun sektörünün günümüzde tamamıyla endüstriyelleşmesi ve çocukların oyuncaklarının bir metaya dönüştüğüne dikkat çekmektir. Filmde çocuklar tamamen doğal malzemelerle ve kendi becerileriyle yeteneklerini gösterip "plastiksiz" oyuncaklarını yapmaktadırlar. Bu güzel ortamdaki tek tehdit ise çevrelerinde dolaşan ve oyuncaklarını yiyecek ya da bozabilecek "ineklerdir".

Saat: 18.00

Sardunya  18'

Yönetmen: Mustafa Emin Büyükcoşkun
"Sardunya", korsan film CD'leri satan bir işportacının günün birinde ona daha evvel hiç işitmediği bir film soran kızla değişen rutin yaşantısını konu alıyor.

Bekleyiş  14'

Yönetmen: Emine Emel Balcı
Bekleyiş uzun ve acı dolu bir sessizliktir.

Sapak   15'

Yönetmen: Fırat Mançuhan
Şiddetin nedenselliği

Yıldızlar Sönerken   8'

Yönetmen: Hasan Tolga Pulat
"Yıldızlar Sönerken"bir gün içinde İzmir'de geçen bir hikayedir. Bir ayakkabı boyacısı çocuk, bir simitçi çocuk ve bir mendilci kız hakkında bir filmdir. Üç küçük sokak çocuğunun gün içinde çalışarak büyümekle, çocuk olmak arasında yaşadıkları çelişkiyi anlatır. Gün içinde para kazanmak için farklı yerlere ayrılan küçük çocuklar günün sonunda birleşerek belki de tek çocuk olabildikleri bir yerde buluşurlar.

Bir İnat Uğruna   26'

Yönetmen: Can Diker
Bir inat uğruna, sokaklarda müzik yapmayı tercih etmek ve bunu bir yaşam biçimi olarak belirlemek... İşte, bir Beyoğlu gecesinde, kulaklara hitap eden bir batı enstrümanının tınısının hikayesi böyle başlıyor. Nitekim bu tını, tüm ayrıntılarıyla incelendiğinde Suat Şenel'in hikayesi, sadece Beyoğlu'nda enstrüman çalan sıradan bir müzisyenin hikayesinden daha farklı bir çizgi çizip, Beyoğlu'nda gördüğümüz binlerce yüzden daha ayrıcalıklı bir konuma geliyor.

19 Ağustos 

Saat: 15.00

Acar   5'

Yönetmen: Nafisa Yuldaşeva
Acar çok küçük yaşında ebeveynleri ve diğer akrabalarıyla beraber Kırgızistan'daki Rusya Çarlığı askerlerinin saldırısından dolayı Çin'e kaçar. Yıllar geçer, Acar'ın annesi vefat ettikten sonra onun akrabaları Acar'ı zengin yerli adama köleliğe satarlar. Daha sonra zengin yerli Acar'la evlenmek isteyen yaşlı tüccara onu satacak olur. Genç Acar incitilme ve aşağılanmaya daha fazla dayanamaz ve annesinin mezarına giderek kendi derdini anlatır. Orada, sessiz ve sakin yerde o kendi kararını alır-ne olursa olsun vatanına, Kırgızistan'a dönmek kararı. Acar'ın yolculuğu çok uzun olur-Tyan-Şan dağının karlı geçitlerinden sıcak mavi Isık-Köl gölünün kıyısına kadar. Uçurumlu ve tehlikeli dağ tepelerinden geçen yol çok zor ve imkansızdır. Ama Acar umutludur... ve yolculuğa devam eder.

Pembe İnek  14' 54''

Yönetmen: Onur Gürsoy
Zeka özürlü olan 14 yaşındaki Erhan doğarken annesi ölmüştür. Bu nedenle Babası Hasan onu suçlamakta ve ona kötü davranmaktadır. Erhan'a destek olan tek kişi amcasıdır. Bir gün amcası dere kenarında Erhan'a sandal boyamayı gösterir. Boya yapmak Erhan'ın hoşuna gider ve gece olunca ahırlarındaki ineği boyar.

Süt ve Çikolata   20'

Yönetmen: Senem Tüzena
Düşünde babası ağır ağır saçını okşamaktadır...Zor bir güne uyanır. Annesi sütten kesilmiş, kardeşi hastalanmıştır. Gidip süt bulması gerekir. Köyle kasaba arası bir yerde, çocuklukla kadınlık arası bir dönemde, Emine'nin öyküsü.

Baloncuk   3' 20''

Yönetmen: Yasin Ekşi
Balık mı kızın düşündedir, kız mı balığın? Ortada yolunu kaybetmiş bir baloncuk. Gidebileceği son yer kendi varoluşunun denizidir. İster düş ister gerçek olsun..

Peki Ya Londra  30'

Yönetmen: Rıza Kıraç
Peki Ya Londra Bir zamanlar Doğu Londra'da, Bishop's Way caddesinin köşesinde Bishop's House adlı bir pub vardı. Ama sonra bu pub farklı ülkelerden gelen bir grup gencin evi oldu. Kuzey İrlanda, Fransa, Sudan, Avustralya, Filipinler, Brezilya, Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinden gelen gençler bu bupda İngiliz gençleriyle kendilerine özgü bir komün hayatı kurdu ve kendilerine Bishop's House Sakinleri adı verdi. Birkaç yıl sonra pubn sahipleri, gençleri Bishop's House'tan çıkarmaya karar verdi. Peki Ya Londra, bu pubda yaşayan gençlerin kendilerine özgü dayanışmasını anlatırken, bir yandan da Londra'ya Türkiye'den gelen gençlerin Avrupa'da var oluş mücadelesini anlatıyor. Belki de gerçek Avrupa Birliği duygusu Bishop's House'ta yaşamaya çalışan gençlerden çıkacak! Peki ama Londra bu filmin neresinde?

Saat: 18.00

Son Savaşçı  17'

Yönetmen: Cengiz Tünay
Urfa'da yaşayan son keçeci Mahmut Tatlı'nın keçeyle savaşının öyküsü. Trajik , hüzünlü, etkili.

Bhutan  20'

Yönetmen: Hülya Yılmazipek
Himalayalar daki gizemli cennet son budist krallık olan Bhutan'ı tanıma.

Hip Hop ve Tarifesi  11' 53''

Yönetmen: Hande Zerkin
İzmir'deki Hiphop kültürü ve mc'leri üzerine kurulan hikayesi ile bu kültürün bilinmeyenleri ve sosyolojik yönleri üzerine yoğunlaşan Hiphop ve tarifesi, hiphop'ın tarihçesinden çok, bu işi yapan insanların düşünceleri ve yaşam tarzlarındaki tutarlılıkları ile ilgilenip bunları tarafsızca göstermeyi yeğliyor. Belgeselde Ceza ve Emre Baransel'in yanı sıra Emir, Esir, İndigo, Birce, Eral gibi İzmirli mc'ler bulunuyor. Belgesel, 5. Yıldız Üniversitesi Kısa Film Festivalinde gösterim filmi oldu. 8. Kısaca Film Festivalinde ve 15. Altınkoza Film Festivalinde final filmi olarak yarıştı.

Sinopenin Yolculuğu  14' 50''

Yönetmen: Ali Canlar
Suyun şiiri...

AKBANK 6. KISA FİLM FESTİVALİ'NDEN SEÇKİLER

25 - 26 Ağustos 


25 Ağustos 

Saat: 15.00

Üçte Bir 10'

Yönetmen: Ferit Katipoğlu
Üç yakın arkadaş, sıradan bir günde beraber bir şeyler içmektedirler. İki arkadaş diğerine ufak bir 'şaka' yapmayı planlar. Yaptıkları hareketin boyutu ve anlamı tahmin etmedikleri sonuçlara doğru ilerler.

Hamam 12'

Yönetmen:Tunç Şahin
Daha önce hayatında hiç Hamam'a gitmemiş bir genç günün birinde yıkanmak üzere eski bir hamama gider. . Hamamın girişinde karşılaştığı bir tellak, sıcaklıkta biraz terleyip beklemesini, teni yumuşayınca geleceğini söyler. Sıcağın ve nemin etkisiyle gevşeyen gencin bir an için içi geçer. Uyandığında hamamın kubbesinden gün ışığı gelmediğini ve saatlerdir hamamda uyuduğunu fark eder.

Rapunzel 18'

Yönetmen: Tolga Karaçelik
Daha önce hayatında hiç Hamam'a gitmemiş bir genç günün birinde yıkanmak üzere eski bir hamama gider. . Hamamın girişinde karşılaştığı bir tellak, sıcaklıkta biraz terleyip beklemesini, teni yumuşayınca geleceğini söyler. Sıcağın ve nemin etkisiyle gevşeyen gencin bir an için içi geçer. Uyandığında hamamın kubbesinden gün ışığı gelmediğini ve saatlerdir hamamda uyuduğunu fark eder.

Bu Sahilde 21'

Yönetmen: Merve Kayan - Zeynep Dadak
Bu Sahilde, bir sahil kasabası olan Erikli'de yaşanan haliyle, yaz mevsiminin taşıdığı uçuculuk hissini anlatıyor. Film, yalnızca yazları yaşanan bu beldenin gündelik ritmlerini gözlemleyerek, kışın hayali eşi sayılan "tatil'' kavramının doğasına ışık tutuyor.

Lady Muhtar 21'

Yönetmen: Didem Şahin
New York'ta yaşamakta olan nöropsikolog Gülay Dayıcan, emekli olur ve baba köyü Akbaş'a yerleşir. Bir süre sonra Gülay Hanım köylünün teşviki ile yerel seçimlerde muhtarlığa adaylığını koyar. Seçimi kazanır ancak "bir" oy farkla. Köyün diğer yarısı dışarıdan gelen bu muhtara pek de sıcak bakmamıştır...

Saat: 18.00

Aynur 19'

Yönetmen: Tan Akınsal
Tutucu aile ortamı ile arkadaş çevresinin zıt yaşamları arasında sıkışmış olan genç Aynur, tek dayanağı olan ablasının evlenip aile evinden ayrılacağını öğrenir.

Güven Bana 10'

Yönetmen: Nazlı Elif Durlu
Genç bir kız akşam evine gitmek üzere bir taksiye biner; daha ilk dakikadan anlaşamadığı taksi şoförü trafiğin yoğun olduğunu söyleyerek kızın bilmediği fakat onun çok iyi bildiğini söylediği bir yola sapar. Şehrin arka sokaklarındaki bu yolculuk ikisi için de sürprizler taşımaktadır.

Small Talk 7'

Yönetmen: Barış Konbal, Dila Yumurtacı
Bir kutlamadaki beş kadının aralarından olmayan diğer bir kadını, dedikodu ve farklılık çemberi içinde dışlamalarıyla doğadaki hoşbeşe davet.

Mezra Ezidiya 27'

Yönetmen: Rodi Yüzbaşı
Mezopotamya coğrafyasının en eski inançlarından birini yaşatan Ezidiler doğduğu ve yaşadığı topraklarda farklılıklarından dolayı pek çok acı yaşamıştır. Doğa ile ilişkisi, ahiret inancı, iyilik ve kötülüğe yaklaşımı ile doğacı ve barışçıl olan bu inanç, 1980'lerde çoğunlukla Almanya ve diğer ülkelere göç nedeniyle Türkiye topraklarındaki yaşam döngüsünün sonuna yaklaşmış bulunmaktadır.

İçimizden Biri 19'

Yönetmen: Ayşegül Okul
Düşünce ve duygularımızı özgürce yaşayabilmemiz gereken, günümüz Türkiye'sinde eşcinsellere ne gözle bakıldığı tartışma konusudur. Hayatlarından kesitleri ve yaşadıkları tecrübeleri dile getiren Alparslan, Ali ve Derin'in yanı sıra halkın eşcinseller hakkındaki düşüncelerini bir arada sunan belgesel, bu konunun öneminin altını çizmektedir.

26 Ağustos 

Saat: 15.00

Derin  12'

Yönetmen: Anıl Dinç
Dedesini öldüren genç bir kızın, emniyetteki ilk sorgusundan bir kesit.

Maşuk  15'

Yönetmen: Seda Fidan
Otoriter bir baba, hayvanlara düşkün olan oğluna okuması yönünde baskı yapar. Çocuk istediği kaplumbağayı almak için her şeyi göze alacaktır.

Metroist  4'

Yönetmen: Övünç Güvenışık
Her günkü gibi Selin hanım iş çıkışından sonra Istasyonda metroyu beklemektedir. Etrafına bakınırken genç bir adam ile göz göze gelir. Fakat adamın yanında oturan Ismail kalkıp Selin hanımın yanına yerleşir ve tuhaf bakışları ve hareketleri ile gittikce rahatsız etmeye başlar....

Hayali Tacettin Diker  30'

Yönetmen: Timurtaş Onan
"Hayali Tacettin Diker"in yaşamı ve Karagöz sanatı üzerine kısa bir belgesel.

Sessizlik İçinde  15'

Yönetmen: Bora Ömeroğlu
19 mart tarihinde Beykoz Belediye başkanı Muarrem Ergül'ün Beykoz Barınağına gönüllüleri sokmama karırının üstüne yapılan gösteri ve o günün devamında yaşananlar.

Saat: 18.00

Siyah  15'

Yönetmen: Neslihan Siligür
Hayat Ahmet'e önce kilitli kapılar, sonra da bir anahtar vermişti. Bu anahtar yalnızlığından kurtuluşun, yeni bir hayatın anahtarı olabilirdi.

Çamur  12'

Yönetmen: Deniz Tokcan
Genç kadın, adamın bilinçsizce ardında bıraktıgı çamurlu ayak izlerini silerken, kocasının her akşam ceketini astığı askılıgı devirir. İki parça halinde yerde kalan askılıkla ne yapacağını bilemeyen kadın, askılıgı evden atar. Döndüğünde askılığın yerinde olmadığını fark eden adam, elindeki ceketi bir sandalyenin sırtına rastgele bırakır. Adamın düşünmeden yapmış oldugu bu hareket, kadın ve adam arasında, hayatlarından giderek başka eşyaların da eksilecegi garip ve sancılı bir süreci başlatacaktır.

Terlik  7'

Yönetmen: Barış Sarhan
İlkokul birinci sınıfa giden Erhan, okula terlikle gelmiştir. Terlikli ayakları tören sırasında iyice göze batar. Öğretmeninden bu konuda bir uyarı alır. Utancından arkadaşlarının yanına gidemez. Terlikleriyle hiçbir oyuna katılamaz. Dalga konusu olur ve hatta ilk yalanlarını söylemeye başlar. Erhan'ın tüm bu bedelleri ödemesinin bir nedeni vardır...

Dönüş  18'

Yönetmen: Soner Yıldırım
Bingöl'ün Karlıova ilçesine bağlı Taşlıçay Köyü'ne koruculuk sistemi getirilir. Hayvancıkla geçimini sağlayan köy halkı, İstanbul'daki kaçak kot kumlama atölyelerine çalışmaya giderler. Bu işten dolayı ölümler meydana gelir; köylerine dönen Taşlıçaylılar, karşılarında kendileri gibi Silikozis hastalığına yakalanan yüzlerce kişi bulur.

Duvar  30'

Yönetmen: Emre Karadaş
Farklı kılan, ayıran neydi bizi. Kendi içimizde örüp yükselttiğimiz duvarlar mıydı yoksa?

Devamını Oku

İzleyiciler

 
Copyright 2009 Kısa İyidir. Tüm hakları saklıdır.
Blog içerisindeki hiçbir yazı -festival ve yarışma duyuruları hariç- izin alınmadan ve kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
by Heval Hazal Kurt